Ülkemiz sinemasının nadide örneklerini içerisinde bulunduran Yeşilçam, bünyesinde orijinal işler barındırsa da sık sık o dönemin dünya sinemasında çokça ilgi gören filmlerin bir nevi imitasyonlarına da ev sahipliği yapmıştır. Hatta kimi zaman bu durumun abartılıp Dünyayı Kurtaran Adam örneğinde olduğu gibi bazı sahnelerin bire bir kullanımına dek gittiği de olmuştur. 70’li yılların son demlerine damga vuran Star Wars serisinin bir yansıması olarak literatürümüze giren bu film gibi onlarcası da dönemin ruhuna uygun olarak sinemalardaki yerini alır. Yıllar içerisinde iniş ve çıkışlar yaşasa bile özellikle 60’lı yıllara damga vuran western ya da Vahşi Batı filmlerinin Türkiye topraklarında karşılık bulması ve sonuçta ortaya “erişte western”lerin çıkmış olması, bu bakımdan pek de şaşırtıcı değildir belki de.
Genellikle 18. yüzyılın Batı Amerika’sında geçen hikâyeleri merkezine alan westernlerin, ilk olarak Edwin S. Porter’ın 1903 yapımı kısa filmi Büyük Tren Soygunu – The Great Train Robbery ile başladığı kabul edilir. Türün genel klişelerini içerisinde barındıran film, John Ford’un öncülüğünde, 1920’lerde başlayacak olan furyanın da öncüsü olur. Uzun seneler boyunca Amerikan sinemasına damga vuran bu tür, 50’li ve 60’lı yıllarda çekilen iyi örneklerine rağmen bir çeşit duraklamaya girerken bu sırada dünyanın başka bölgelerinde farklı versiyonları ortaya çıkmaya başlar. İlginçtir bu yeni alt türler, ülkelerin yemek kültürüne göre adlandırılır. İtalya’da spagetti, Meksika’da chili, Hindistan’da curry western olarak literatüre geçerken yalnızca Sovyetler Birliği’nde bu kaide bozularak kızıl western ya da ostern ismiyle anılır bu yapımlar. Gelgelelim hiçbiri spagetti western kadar ne ünlü ne de kalıcı olabilir. Öyle ki Sergio Leone’un başını çektiği İtalya menşeili bu yeni janr, atasının bile önüne geçecek kadar etkili hâle gelir.
Amerika’dan çıkıp muhtelif lokasyonlarda kendine özel yerler edinen western, nihayetinde Türkiye’ye de ulaşır. Esas olarak 60’ların ikinci yarısında gerçekten furyaya dönüşen erişte westernlerin -yabancı kaynaklarda kebab western olarak geçtiği de olur- ilk örneği ise 1962 yılında çekilmiş olan Beş Hikâye’dir. Nuri Akıncı’nın yönetmenliğini yaptığı ve Önder Somer, Aysel Gürel, Hulusi Kentmen gibi isimlerin yer aldığı film, akıllarda yer etmez fakat kovboy ve kızılderili gibi aşina olmadığımız ögeler sinemamıza girmiştir artık. Spagetti westernin Türkiye’de de karşılık buluyor olması, sürecin hızlanmasında önemli bir etmen olur. Keza o dönemin aktif yönetmenlerinden Yılmaz Atadeniz da bunu vurgulamaktadır: “Western türü benim film tarzım olan aksiyon yani hareketli ve macera film tarzına uygundu. Ayrıca Sergio Leone gibi bir İtalyan yönetmeninin filmleri Türkiye’de iyi iş yapıyordu. Hem türü sevdiğim için hem de iş yapacağına inandığım için bu tür filmler çektim. Maskeli Beşler ve Zorro gibi filmler, özellikle Anadolu’da büyük ilgi gördü.” Zaten Atadeniz’in yönettiği ve başrolde Yılmaz Güney’in yer aldığı 1966 yapımı Kovboy Ali, köprüden önceki son çıkıştır adeta. Bu noktada sinema tarihçilerinin, aralarında Kovboy Ali’nin de yer aldığı ve genellikle Yılmaz Güney’in başını çektiği Aç Kurtlar ve Ağıt gibi filmlerin, Anadolu westernleri kapsamı altında incelediğini belirtmekte fayda var. Bu türdeki filmlerde, kızılderili ya da kovboy gibi Amerika’dan ithal edilmiş kavramlar yerine yerel tınılar kullanmayı tercih edilir. Örneğin 1966 yapımı filmin ana karakteri bir aileyi dolandırmaya çalışan bir nevi eşkiyadır. Ancak en nihayetinde bu türdeki yapımların ana teması da kaba tabirle “at avrat silah”tır.
Erişte westernlerin hükümdarlığının başlangıcı olarak ise Zafer Davutoğlu’nun 1967’de seyirciyle buluşan filmi Kanunsuz Kahraman – Ringo Kid gösterilir. Başrolde Cüneyt Arkın’ı gördüğümüz film, tam anlamıyla türün klişelerini yansıtmaktadır. Hikâye, Silver City’de geçer ve şehrin şerifi Ringo Kid, kötülere karşı mücadele verir. Yılmaz Atadeniz’in 1968 ve 69’da ardı ardına çektiği, iki filmlik serilerden oluşan Maskeli Beşler, Maskeli Süvari ve Zorro, erişte westernlerin popülaritesini yukarıya taşırken türün hem prodüksiyon kalitesi hem de gişe hasılatı bakımından tavanı ise 1970 yapımı Çeko’dur.
Senaryosunda Çetin İnanç ve Burhan Bolan ile birlikte Ertem Eğilmez’in de imzası bulunan Çeko; iyi kalpli çiftlik sahibi Don Alvarez’in mülkünü ele geçirmek isteyen azılı eşkiya Ramon ve Alvarez’in karısı Dolores’le birlikte kadının sevgilisi Jesse’nin, çiftlik sahibinin manevi oğlu Çeko ile olan savaşını ele alır. Macera üstüne macera barındırıp oldukça karmaşık bir konuya sahip olan film; kovboyun kasabaya girişi, aynadaki aksiyle karşısındakini şaşırtma, idam ipinin mermiyle kopması gibi spagetti westernlere özgü pek çok klişeyi barındırır. Ayrıca Yılmaz Köksal’ın canlandırdığı esas adam, İtalya yapımı filmlerde olduğu gibi anti-kahramandır, üstü başı biraz özensizdir ve kirli sakalları vardır. Çeko’nun özellikle Anadolu’da bu kadar sevilmesinin nedeni de Köksal’ın ta kendisidir. Daha önce çekilen erişte westernlerin aksine Köksal’ın karakteri; bir jön gibi değildir, ufak tefek ve gayet bizden birisidir. Filmin bir sahnesinde atın arkasında süründüğü bile görünür, ortada gayet “insan” bir karakter vardır yani. Bununla birlikte usta oyuncunun komediye olan yatkınlığı karaktere bir boyut daha katar ve iyiden iyiye seyircinin sevgilisi hâline gelir. Yanı sıra erişte westernlerin vazgeçilmez kötü karakteri Ramon’a hayat veren Erol Taş ile Jesse rolündeki Ahmet Mekin’in başarılı performansları, filmi daha da dikkat çekici hâle getirir. Çeko’nun elde ettiği başarıdan Çetin İnanç, şu sözlerle bahseder: “Şimdi reyting, diyorlar ya, ne reytingi… Bizi Adana’ya galaya çağırdılar. Uçaktan indik, sinemacılar yerlere halı sermiş, sanki Kabe’den geliyoruz biz… Eğer ki o günün parasıyla bugünkü parayı mukayese edersen Recep İvedik 7 milyon kişiyi getirmiş, 10 lira gelmiş; bizim Çeko’yla kazandığımız 30 liradır. O zaman filmler bir sinemada bir ay, bir buçuk ay oynuyor. İzmir’e gidiyoruz galada beş bin kişi var yazlık sinemada. Var mı şimdi beş bin kişilik sinema.”
Daha sonra erişte westernlerin en modern örneği olarak gösterilebilecek Yahşi Batı’da Şerif Çeko’ya hayat veren Köksal, daha sonra bu tarzdaki filmlerde yer almaya devam eder fakat hiçbiri Çetin İnanç’ınki kadar başarılı olamaz. Çeko’nun açtığı yolda daha sonra Cüneyt Arkın ve İlker İnanoğlu’nun oyuncu kadrosunda yer aldığı Küçük Kovboy ve Sadri Alışık’ın Red Kit’i canlandırdığı 1974 yapımı Atını Seven Kovboy gibi filmler çekilse de bu tür kısa zaman sonra terk edilir ve geride 7 yıllık süreçte 50 kadar erişte western kalır.
Yine de Türkiye insanının westerne karşı tutkusu uzun süre devam eder ve bu türe ait filmler daha sonra TRT ekranlarında pazar sabahlarını süslemeye devam eder; çocukluk yılları 80’li ve 90’lı yıllara denk gelen pek çok bireyin de yedinci sanatla tanışmasına önayak olur. Ancak böylesi bir gelenek, bu coğrafyada benzer örneklerini defalarca kere gördüğümüz üzere, gayet saçma bir nedenle terk edilir ve geriye eski günlerin nostaljisi kalır.
Kaynak: Sinematik Yeşilçam & Öteki Sinema & Bianet & FilmLoverss