Bazen tüm yapmak istediğin seyahat etmek ve dünyayı gezmek, değil mi? Endüstrileşen dünyanın omuzlarımıza çöken baskısı ve günlük hayatlarımızın telaşı içerisinde bu derinliğe sahip bir yolculuk yapmak her zaman mümkün olmayabiliyor. Bir insanı en iyi, birlikte yaptığınız uzun bir yolculukta tanırsınız derler ve bu büyük cümle bana hep çok iddialı gelir. O zaman bir başka insanı tanımanın uçsuz bucaksızlığını elimizin tersiyle itip “yola çıkma” kavramını biraz yumuşatalım. Uzun bir yola çıkmak hatta uzun bir yola yalnız çıkmak, kendinizi tanımak için de bir fırsattır ve bu yola çıkmak için başlı başına yeterli bir sebep aslında. Tabii ki yola çıkmak cesaret ister.
Her ne kadar yola çıkmanın imkansızlığı sıklıkla bizi olduğumuz yere çivilese de yola çıkmanın kendisi ve hatta karar aşaması bile bir yüzleşmeyi ifade eder. Bize zararı dokunanı, arkadaşımızı, sevgilimizi, eşimizi, dostumuzu, hepsinden önemlisi kendimizi affettiğimiz bir yüzleşme yolculuğundan bahsediyorum. Yolda istediğiniz kuralı koyun, su akar ve bir şekilde yatağını bulur. Alfonso Cuaron’un 2001 yapımı Y Tu Mamá También filmi de bu bağlamda 21. yüzyılda yükselen Meksika Sineması’nın en iyi örneklerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.
“Hiç, Bir Başkasının Hayatının Sonrasını Düşündüğünüz Oldu mu?”
İlk bakışta “şehvetli bir yol filmi” olarak niteleyebileceğimiz Y Tu Mamá También, iki çocukluk arkadaşı Tenoch (Diego Luna) ve Julio’nun (Gael Garcia Bernal) kendilerinden yaşça büyük bir kadın olan Luisa’yla (Ana López Mercado) çıktıkları uzun yolculukta başlarından geçenleri konu alıyor. Bu üçlü, mitolojik bir kumsalın (Cennetin Ağzı) arayışı içinde Meksika’yı bir uçtan diğer uca kat ederken ülkenin aslında filmlerde anlatılanlar kadar toz pembe bir hayatı yaşamadığını da görüyoruz. Karakterlerin yolda karşılaştıkları her bir insanın hikayesi bizi tek bir sonuca götürüyor. Kapitalizmin, sınıflaşmanın ve küreselleşmenin insanın aile geçindirme becerisinden tutun da cinsel arzularının şekillenmesine kadar her konuda ne kadar etkili olduğuyla bir kez daha yüzleşiyoruz. Cuaron’un yol filmi karışımının açık ara farkla en güzel tarafı, karakterler arasındaki gerilim üzerinden zıt sınıfsal konumlara ve gizli ön yargılarımıza dokunması diyebilirim. Dönemin siyasi atmosferine rağmen filmin kendi halindeki politik tavrı ve fütursuzca cinselliği yüceltmesi bizi özel bir yol filmiyle karşı karşıya getiriyor. Hiç tanımadığımız insanların hayatına dokunurken buluveriyoruz kendimizi. Çünkü o hikayelerde kendimizi arıyoruz. Sinemanın dokunulmaz güzelliği biraz da buradan geliyor galiba.
Mitolojide Cennetin Ağzı
Cennet tasvirlerinde sıklıkla ortasından büyük ve hayat veren bir ırmağın aktığını ya da bol bol meyve-sebze yetişen bereketli bir bahçenin anlatıldığını duyarız. Orada, hayatlarımızda eksikliğini hissettiğimiz her şeye kavuşabileceğimizi hayal ederiz. Bize öğretilen budur çünkü ve inanıp inanmama meselesinden biraz daha fazlasıdır. Hem bu tasvirlerin doğduğu coğrafi koşullar hem de insanlık tarihinin en eski dini inançları kafamızda kurduğumuz “cennet” tasvirlerini şekillendirir. Cennet, iyilik kadar kötülüğün de var olabildiği dünyadan bir kaçıştır. Bilinen en eski tasvirlerinden biri de Adem ile Havva’ya dayanır. Cennet, iradesine yenik düşen insanların kovulduğu bir “zevk bahçesidir”. Tenoch, Julio ve Luisa’nın izini sürdüğü “Cennetin Ağzı” ise görünürde bir kumsaldır. Cuaron’un hikayesinde, iki genç adamın bir kadını “ayartmak” üzere “Cennetin Ağzı” adlı bir kumsala götüreceğini söylemesi tesadüf değil, üstelik bilinçli bir hamledir. Luisa’nın evli bir kadın olması, aldatıldığını öğrenmesi üzerine bir başkaldırı olarak bu iki genç adamla yola çıkması ve onlarla aslında var olmadığını bildiği “Cennetin Ağzı”nı araması tıpkı Havva’nın yaptığı gibi bilinmeyene karşı olan yüksek doz arzu ve güçlü bir isyanın habercisi kabul edilebilir. Yol, bir zevk bahçesine çıkar.
Y Tu Mamá También: Kadının Kimliği ve İktidar Rolü
İktidarsız ve özgüveni olmayan fakat zengin bir adamla birlikte olan Luisa, oldukça alımlı ve güzel bir kadındır. Kocasının telefonda onu aldattığını itiraf etmesi üzerine, toplumsal rolünün ona yüklediği tüm sorumlulukları bir çırpıda yok sayar. Aynı zamanda her kadının içinde var olan ve bir anda belirmeyi bekleyen vahşi bir kurtun doğumudur bu. Bir adamın aldatması, bir babanın yokluğu, bir annenin baskısı, bir sevgilinin terk edişi ya da bir çocuğun doğuşu gibi birçok şey bu vahşi ruhun doğumunu tetikleyebilir. Luisa’nın her şeyi geride bırakarak bir akraba düğününde tanıştıkları ve biri kocasının yeğeni olan iki genç adamla bilinmeyen bir yola çıkması, gerek karşısındaki erkeğin gerekse toplumsal baskının hakim olduğu iktidarı yıkıcı bir hamledir. Bu yıkım, sönmüş olduğu düşünülen bir yanardağın görkemli bir patlaması gibi düşünülebilir. Luisa, 71 yıllık hükümetin devrilmesi gibi ruhunda bir parçanın geri dönüşü olmayan bir şekilde yok olduğunu hissettiği için kendisini özgür bırakır ve bu yola çıkmaya karar verir. Onun için zaman oldukça kıymetlidir. Kaybolup gitmekten korkan Luisa, her anını dolu dolu yaşayarak ve nefes aldığını hissederek geçirmek ister.
Yolun Cömertliği
Aniden karşınıza çıkan bir sapak, hiç tanımadığınız bir insanın size evini açması, bir tas sıcak çorba ya da bir bardak su… Yol, her zaman cömert davranır. Hayata karşı direncinizi yitirdiğinizde yol, hep oradadır. Yola çıkmanın basit güzelliği de buradan gelir, yol hep açıktır. Hiç tanımadığınız insanların hikayesinden kendinize pay çıkarıverirsiniz birden. Ziyaret etmeyi unuttuklarınız, geçmişten kalanlar, yüce belirsizliğiyle gelecek kaygılarınız o anın içinde, yolda olma halinde bir şenliğe dönüşür. Çünkü dertleriniz çok daha basittir, çizmeniz gereken rota bellidir. Bilinmeyen bir kumsal da arıyor olsanız hayatınızdaki depremlerin yarattığı sarsıntılardan daha korkunç bir ikilem değildir bu. Üstelik yol, başta kendiniz olmak üzere size zararı dokunan herkesi affetmek için bağışlayıcı gücünüzden beslenir. Otobüs dolusu bir yolculukta dahi olsa size düşünmek için boşluklar yaratır. Rutin hayatın telaşı içerisinde yakalayamadığınız zamanlar sunar. Tıpkı Luisa’nın yaptığı gibi, bir telefon kulübesinde bile veda etmenin olanca yükünü hafifletebilir, bir hikayeyi çok daha kolay geride bırakabilir ve kendinizi oracıkta affedebilirsiniz.
Y Tu Mamá También: Arzulanan Cinsellik ve İtirafın Saflığı
Tenoch ve Julio’nun hayatları sevişmekten, ot içmekten ve havuza gitmekten ibarettir. Trafiğin tıkanmasına yol açan devrimcilere küfretmek ise politikayla olan sınırlarını belirler. Onlar için hayat gevezelik etmekten ve eğlenmekten başka hiçbir şey değildir. Kız arkadaşları aynı uçakla Avrupa’da okula giderler ve gençler birbirlerine kimseyle sevişmeyeceklerine dair sözler verirler. Tabii ki hayat sürprizlerle doludur, tıpkı yol gibi. Sıkıcı bir düğünde karşılaşan üçlünün alalede söylenmiş bir söz üzerine yola düşmesiyle birlikte pandoranın kutusu açılır. İki genç adamın amacı bellidir, bu güzeller güzeli İspanyol kadını arzuladıkları gibi elde etmek ve onunla seks yapmak. On kilometre öteden bile fark edilebilen bu tuzak, kadın için çocuk oyuncağıdır ve çok uzatmadan onlara istediklerini verir. Kullandığı yöntem ve vahşi doğasının ona sunduğu nimetler olgunlaşma çağındaki iki genç adamı afallatır. Tenoch ve Julio, birbirlerine karşı hırs ve kıskançlık duyguları besleyen ve her alanda birbirleriyle yarışan iki çocukluk arkadaşıdır ve kendi aralarında bir manifestodan bahsederler. Kurallardan birisi de arkadaşının sevgilisiyle yatmamaktır. Luisa, onu nihai amacına ulaştıracak tuzak soruların cevabını almıştır ve çevik bir hareketle bu manifestoyu alt üst ederek, kendi manifestosunu oluşturur. Tenoch ve Julio, o istemediği sürece kadına yaklaşamayacaktır. Bu, dört tekerlekli saltanatta Luisa’nın sözü geçer. Erkeğin hem fiziksel hem mental olarak iktidarının yıkılmasıyla birlikte hakimiyeti ele geçiren kadının hikayesi oldukça tanıdık geliyor değil mi? Cuaron, mitin kadını hedef gösteren tavrından ziyade kadını bu itiraf kümesinin en güçlü halkası yaparak iktidarı yıkıcı bir güç olarak konumlandırıyor. Kadın, hakimiyeti sırasında yaralı olduğu bölgeye tampon uyguluyor ve bu iki erkeğin sadakat kavramına olan yaklaşımı üzerinden erkek doğasının tanımlanan tüm kodlarına saldırıyor. Ve bu saldırıyı o kadar iyi yapıyor ki toplumsal kodların yıkımı muazzam bir birleşmede, yine kendi içinde aykırı bir durumda vücut buluyor. Tenoche ve Julio, önce iktidar güçleri üzerinden tanımladıkları sevgilileriyle defalarca yattıklarını itiraf ediyorlar. Dünyanın her yerinde kabul edilmiş görünmez bir yasa örneği olan bu durum onlar için yeteri kadar sarsıcı değilmiş gibi, bir günah gecesi sabahı aynı yatakta uyanıyorlar. Ezberledikleri tüm normları, vahşi doğasını kullanan bir kadın kolaylıkla yıkabiliyor. Kendilerini avcı olarak konumlandırırlarken bir anda av oluveriyorlar. Freud’un “bastırılmış cinsellik sendromu” üzerinden ele alınan arzuların çatışması iki genç adamın hayatını bütünüyle değiştirirken kadın için bir eğlence malzemesi olmaktan öteye gidemiyor.
Günah gecesinin sabahında yasak elmayı yiyen Adem, cennetten kovuluyor. Gençler apar topar şehre dönüyor, kadın ise koyda biraz daha kalıyor. Amansız bir yarış içerisinde olsalar da aynı dövmeyi paylaşacak kadar duygusal bağı olan iki genç adam birbirlerinden tamamen kopuyorlar, ta ki yol onları tekrar buluşturana dek. Hayatları tamamen değişen iki adam üniversiteye başlıyor, sevgililerinden ayrılıyor ve bambaşka bir çizgide ilerliyorlar. Kanser hastası olan ve bunu herkesten gizleyen Luisa ise ömrünün kalan son günlerini mucize eseri adı gerçekten “Cennetin Ağzı” olan koyda tamamlıyor ve Y Tu Mamá También’den bize ise onun son sözleri miras kalıyor:
“Hayat deniz köpüğü gibidir, bırakın kendinizi hayatın akışına.”