Genelde sevdiğim yönetmenlerin en sevdiğim filmlerinden bir liste hazırlamayı tercih ettim. Kişisel ve biraz da duygusal bir liste oldu diyebilirim.
Fikret Reyhan
Tokyo Hikâyesi – Tôkyô monogatari (1953)
Yönetmen: Yasujirô Ozu
Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçisin insan ve aile üstündeki etkisi daha iyi anlatılamazdı. Büyük usta Ozu’nun bütün filmlerinde olduğu gibi bu filmde de yalınlığın zarafetle buluştuğu soğuk kanlı anlatımı dikkat çekiyor.
Etki Altında Bir Kadın – A Woman Under the Influence (1974)
Yönetmen: John Cassavetes
Cassavetes’i ilk bu filmiyle tanımış ve bulabildiğim bütün filmlerini aynı hafta içinde izlemiştim. Nick’in (Peter Falk), akıl hastası karısı Mabel’ın (Gena Rowlands) elektro şok tedavisi gördükten sonraki her davranışını normal mi yoksa nevrotik mi gibisinden ikircikli bir his altında an be an izleyişini unutamıyorum.
Rüzgâr Bizi Sürükleyecek – Bad ma ra khahad bord (1999)
Yönetmen: Abbas Kiarostami
Abbas Kiarostami en sevdiğim yönetmen. Bu filmde bizi insanın var oluşuna dair aşkın bir duyguya taşıyor.
Bay Lazarescu’nun Ölümü – Moartea domnului Lãzãrescu (2005)
Yönetmen: Cristi Puiu
Bittiğinde bu kadar etkilendiğim az film olmuştur. Bir taraftan Lãzãrescu’nun dramına şahit olurken, bir taraftan çok tanıdık bir sağlık sistemi eleştirisi izliyoruz. Bana göre Puiu, Romen yeni dalga sinemasının en iyi yönetmeni…
Çocuk – L’enfant (2005)
Yönetmenler: Jean-Pierre Dardenne, Luc Dardenne
Kendilerine özgü bir formülle çektikleri hemen hemen bütün filmlerini sevmekle birlikte nedense Dardanne Kardeşler’in bu filmini listeme almak istedim. Sanırım filmin son sahnesinin vardığı duyguyla ilgili olabilir.
Kan Dökülecek – There Will Be Blood (2007)
Yönetmen: Paul Thomas Anderson
Filmin son bölümüyle ilgili küçük bir şerhim olsa da, günümüzdeki hâline evrilecek olan Amerikan kapitalist zihniyeti üzerine bir başyapıt…
Bir Zamanlar Anadolu’da (2011)
Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan
Nuri Bilge Ceylan’ın Uzak filmini de çok sevmekle birlikte bu filmin yeri bende daha başka… “Bir Zamanlar Anadolu’da”yı her izleyişimde öncekinden farklı bir deneyimin içinde buluyorum kendimi.
Sen Şarkılarını Söyle – Inside Llewyn Davis (2013)
Yönetmenler: Coen Kardeşler
İki aylığına Londra’ya gittiğim bir dönemde bu filmi orada izlemiştim. Bir yalnızlık altında Londra sokaklarını arşınlayıp aidiyet duygusunu sorguladığım bir dönemde bu filmi izlemek benim için farklı bir deneyimdi. Llewyn’i kendime ne çok yakın hissetmiştim.
The Selfish Giant (2013)
Yönetmen: Clio Barnard
Çocuklar üzerinden yapılan çok güçlü bir kapitalizm eleştirisi… Hikâyenin İngiltere taşrasında geçtiği düşünüldüğünde eşitsizliğin ne kadar da sınıfsal olduğu bir kere daha ortaya çıkıyor.
Zama (2017)
Yönetmen: Lucrecia Martel
Lucrecia Martel’i La Ciénaga filmiyle keşfetmiş ve yakın takibe almıştım. Ama son filmi Zama ile ulaştığı nokta çok heyecan verici, zihin açıcı… Şimdiden bir sonraki filmini merakla bekliyorum.