Kabaca 40 yıldır adeta dünyayı kasıp kavurup felakete sürükleyen ve yıkıcı etkileri korona kriziyle iyot gibi açığa çıkan neoliberalizmin açmazları, herkes için gün geçtikçe daha da görünür oluyor. Dünyanın en büyük ekonomisine sahip, en “zengin” ülkesinde bile hastaların hastaneye gitmekten korkup evlerinde ya da hastanelerde borç içinde yetersiz ve yanlış tedaviyle ölmesine neden olan bu yıkıcı ideoloji üzerine çok da fazla kurmaca filmin olmaması, aslında sinema sanayisi ve üretim ağlarındaki çürümüşlüğü de açık ediyor. Besbelli işte, o filmi çektirmiyorlar!
Beri yanda bir ideoloji, üstelik de tahakkümünü kurmuş bir ideoloji üzerine kurmaca film yapmanın beyhûde olduğuna; böyle bir tema üzerine yapılan bir filmin derinleşemeyeceğine dair – kimi zaman haklı – pek çok eleştiri var. Gerçekten de sosyo-politik-ideolojik meseleleri “konu” edinirken çağından seslenen birçok sanat eseri zamana yeniliyor. Gelgelelim cesaret, dirayet ve maharetli usta bir sanatçı istediğinde, neoliberalizm veya benzeri bir tema üzerine, çağından hareketle iz bırakıcı eserler ortaya koyması bizce imkân dahilinde.
Ezcümle her şeye rağmen neoliberalizm üzerine çekilebilmiş ve çeşitli sebeplerle değerli olduğunu düşündüğümüz filmlerden bizde iz bırakanları derlemek istedik.
Hakkı Kurtuluş ve Melik Saraçoğlu
Kurmaca Filmler
Ben, Daniel Blake – I, Daniel Blake (2016) & Üzgünüz, Size Ulaşamadık – Sorry, We Missed You (2019)
Yönetmen: Ken Loach
Yaşlandığı ve/ya kendini tekrar ettiğine dair liberal saldırılara inat; eş-senaristi Paul Laverty ile beraber inanılmaz bir zihinsel gençlikle neoliberalizmin “gig” (esnek) ekonomisinin dayattığı yozlaşma ve işçi sınıfında yarattığı yangını anlatışı, neoliberalizmin dayattığı yeni normale alışmama hakkını mahfuz tutmasından ötürü Ben, Daniel Blake ve Üzgünüz, Size Ulaşamadık.
Para Avcısı – The Wolf of Wall Street (2013)
Yönetmen: Martin Scorsese
Temaşaya yer yer fazlasıyla bel bağlasa da Wall Street’teki “yavşak”ları (assholes) ifşa edişi, delişmen kurgu ve kamerası, ustalık gerektiren kitle sahnelerini tereyağından kıl çekercesine kotarışıyla Para Avcısı.
Büyük Açık – The Big Short (2015)
Yönetmen: Adam McKay
Amerikan sinemasından 2010’larda çıkan en iyi filmlerden olduğu; zeka dolu kurgu ve senaryosu, iyi oyunculukları ve Wall Street’teki “yavşaklar”ın açgözlülükle atbaşı giden süzme salaklıklarını faş eden gözü pek hınzırlığından ötürü Büyük Açık.
İnsan Kaynakları – Ressources humaines (1999) & İş Yok Zaman Çok – L’emploi du temps (2001)
Yönetmen: Laurent Cantet
Neoliberalizmin, plazalar arasında kendini var etmeye çalışan bireyin psikolojisi, aile fertleriyle olan ilişkileri ve varoluşunda yarattığı derin çatlakları yalın ama iz bırakan bir dille anlattığı için İnsan Kaynakları ve İş Yok Zaman Çok.
Namuslu (1985)
Yönetmen: Ertem Eğilmez
24 Ocak ve 12 Eylül sonrasında dönüştürülen ve o zamanlar adı daha “serbest pazar ekonomisi” olan erken dönem neoliberalizme biat eden/ettirilen Türkiye’nin hâl-i meali olduğu için Namuslu.
Çıplak Vatandaş (1985)
Yönetmen: Başar Sabuncu
Neoliberalizmin şizofrenisini, eğlenceli olurken sığlaşmamayı da başararak anlatan bir “kaybeden“ öyküsü olduğu için Çıplak Vatandaş.
Belgeseller
HyperNormalisation (2016), Bitter Lake (2015), The Century of The Self (2002)
Yönetmen: Adam Curtis
Britanya tarihçiliği ve belgeselciliğinin kusursuz bir bileşimini ortaya koyan zengin kariyeriyle, bize göre yaşayan en büyük belgesel sinemacılar -ve kurguculardan olan- Adam Curtis’in üç köşetaşı filmi HyperNormalisation, Bitter Lake ve The Century of The Self.
Adam Curtis’in bu filmleriyle kıyaslanamayacak seviyede olsalar da ya tarihsel önemleri ya konu hakkında anma ihtiyacı duyduğumuz iki diğer belgesel:
The Corporation (2003)
Yönetmen: Mark Achbar ve Jennifer Abbott deavellano
Esasen bir “konuşan kafalar” belgeseli olmasına rağmen, konu hakkındaki öncü ve kurucu belgesellerden olması ve devletleri aşındırarak her geçen gün güç kazanacak bilişim teknolojileri ve şirketleri hakkındaki öngörüsü sebebiyle Şirket – The Corporation.
Chicago Boys (2015)
Yönetmen: Carola Fuentes & Rafael Valdeavellano
Bizde 24 Ocak Kararları veya İngiltere’de Margaret Thatcher’ın İngiltere’de iktidara gelmesinden bile önce neoliberal politikaların, adeta bir laboratuarmışçasına, kanlı bir CIA darbesi ve peşisıra gelen militaro-faşist bir diktatörlükle dayatıldığı Şili’de operasyonun teknokratlıklarını yapan Şikago Üniversitesi mezunu iktisatçıların hikâyesini anlatırken, bize de ülkemizdeki rıza üretimi sürecini anlamamızda olanak sağladığı için Şikago Çocukları – Chicago Boys.
The Facebook Dilemma (2018), Amazon Empire: The Rise and Reign of Jeff Bezos (2020)
Yönetmen: James Jacoby
James Jacoby’nin Amerikan kamu televizyonu PBS’in araştırmacı gazetecilik serisi Frontline için çektiği iki belgesel:
Belki de neoliberal hükümranlığın en büyük kazananları olan internet çocuklarından Mark Zuckerberg ve çevresindeki “yavşak” dar kadronun egoist taşkafalılığı ve bunların neden olduğu dehşetli açmazları, unutulmaya yüz tutmuş bir araştırmacı gazetecilik ısrarıyla deştiği için Facebook İkilemi – The Facebook Dilemma.
Gig ekonomisini yepyeni metotlarla geliştirirken, yeryüzünün en zengini ve dolayısıyla da neoliberalizmin en büyük kazananı olmayı başaran Jeff Bezos üzerine yapılmış en kapsamlı film olduğu için Amazon İmparatorluğu: Jeff Bezos’un Yükselişi ve Hükümranlığı – Amazon Empire: The Rise and Reign of Jeff Bezos.
Assholes: A Theory (2020)
Yönetmen: JohnWalker
Aaron James’ın aynı adlı kitabından hareketle, neoliberalizmin patriyarkayla olan kesişim kümesinden özellikle genç erkeklere teşvik ettiği rol modeli olan “yavşaklık” üzerine zihin açtığı için Yavşaklar: Bir Teori – Assholes: A Theory.
Neoliberalizmin Gelişini, Daha Kavram Hiç Ortada Yokken Öngören Başyapıtlar
Neoliberalizmin, insan bedenini ve ruhunu nasıl da ezip posasını çıkaran bir düzen getireceğini daha elli yıl öncesinden öngörmekle kalmayıp, bugün hâlâ taze kalmayı başarmış bir başyapıt oluşundan ötürü Modern Zamanlar – Modern Times (Charlie Chaplin, 1936).
Ta 1963 Napoli’sinden, kent üzerine spekülasyonlar ve yozlaşma üzerinden yarım yüzyıl sonrasının neo-liberal kentini haber eden büyük vizyonundan ötürü: Şehrin Üzerindeli Eller – Le mani sulla città (Francesco Rosi, 1963).
Anglo-Amerikan burjuva demokrasisi sanrısını ve bu sanrının üzerine kurulu olduğu ince kabuğun çatlaması hâlinde neler olabileceğini görkemli bir karamsarlıkla sinemasallaştırdığı için Otomatik Portakal – A Clockwork Orange (Stanley Kubrick, 1971).
Medya ve temaşa kültürünün korkunç tuzakları üzerinden; filmin yapımından çok kısa süre sonra ayyuka çıkacak olanı dehşetengiz bir kurgu, muhteşem diyaloglar ve kusursuz bir mizansenle öngördüğü ve taptaze durduğu için Şebeke – Network (Sydney Lumet, 1976).
Not: Bu listeyi hazırlarken mümkün olduğunca “neoliberalizm“ temasına sadık kalmaya çalıştığımız için, “kapitalizm“ ya da “tüketim toplumu“ gibi yakın konulara dair kimi Haneke ya da Godard filmlerini veya Varda’nın Toplayıcılar – Les glaneurs et la glaneuse’ünü liste dışı bırakmaya karar verdik. Yaşıyorlar – They Live!, Dövüş Kulubü – Fight Club, Parazit – Gisaengchung ve Joker’iyse fazlasıyla harcıâlem bulduğumuz için eklemedik.